27 Mayıs 1960 günü yaşanan darbe demokrasiyi askıya alırken, devlet ve siyaset hayatında da yeni bir süreci başlatmıştır. 1961 Anayasası ile oluşturulan yeni devlet teşkilatlanmasının temel hedefi, DP döneminde yaşanan meclis çoğunluğunun devletin tün unsurlarını mutlak kontrol eder hale gelmesini engelleyecek, egemenliği devletin çeşitli kurumları arasında dağıtan bir yapıyı hayata geçirmek olmuştur. Oluşturulan kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sistem, uygulama alanda siyasetçiler ile bürokratik kesimler arasındaki çatışmayı ortaya çıkarmıştır. Sivil siyasetçiler, halk iradesine dayalı iktidarların, atanmışlar tarafından sınırlandırılmasının demokrasiye aykırı olduğunu iddia ederken, yeni sistemin savunucuları, anayasal hukuk devletinin ancak bu şekilde hayat bulabileceğini savunmuşlardır. Ancak en başta anayasanın ortak toplumsal bir uzlaşı metni olamaması bu bakış açısını zayıflatırken, siyaset kurumu da eski alışkanlıklarını sürdürme konusunda ısrarcı olmuş ve değişime karşı direnmiştir. 1961 Anayasası ile Türkiye siyasetinin çoğulcu bir anlayışa evrilmesi, farklı görüşleri savunan kesimlerin kendilerini ifade edebilme ve iktidar yarışına girebilmelerinin önünü açmıştır. DP’nin kapatılması sonrasında mirasına sahip çıkma adına AP ve YTP merkez sağda yerini almış, CHP içerisinde altmışların ikinci yarısında “Ortanın Solu” söylemiyle başlayan bunalım, CGP’yi ortaya çıkarmış, daha önce DP içerisinde siyaset yapan muhafazakâr unsurlar MNP ile bağımsız bir parti hüviyetine girmiş, CKMP 1969 Kurultayı ile MHP adını alarak Türk-İslam vurgusuna ağırlık veren bir sürece girmiştir. Ancak bunların içerisinde sol söyleme yeni bir açılım getiren TİP’in kurulması ve 1965 Seçimleriyle parlamentoda temsil imkânına kavuşması, sivil siyasette yeni söylemlerle birlikte gerginliği de arttırmıştır. Özellikle sol söylemlerde yaşanan ivme, sosyo-ekonomik dönüşümün etkisiyle giderek artmış, aynı dönemde ithal ikameci sanayileşme sürecinin etkisiyle sayıları hızla artan işçi sınıfını da bu sürecin en önemli unsurlarından birisi yapmıştır. İşçi sayısındaki artış sendikal faaliyetlerin güçlenmesine katkı sağlamış, ancak sendikalar devletin yanında veya karşısında saf tutarak evrensel sendikacılık anlayışının ötesinde, rejim tartışmalarının merkezinde yer almaya başlamıştır. Özellikle DİSK’in kurulması sonrasında yoğunlaşan işçi eylemleri, siyasi, ekonomik ve sosyal bunalımı artıran bir etken olmuştur. 68 Öğrenci Hareketlerinin Türkiye’ye yansıması ve rejime yönelik eleştirilerin artması, özellikle üniversite olaylarının yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Batıdaki gençlik hareketlerine oranla daha yoğun bir sol söylemin hâkim olduğu üniversite olayları sonrasında, devleti ve rejimi koruma adına saf tutan sağ unsurların sürece daha etkin müdahil olması, sürtüşmenin önce çatışmaya sonrada bu çatışmanın sokağa inmesine sebep olmuştur.